Brezilya’nın Rondonia eyaletindeki büyük parkta daha önce yakılmış ve temizlenmiş bir alanı çevreleyen Amazon Yağmur Ormanlarının havadan görünümü, 2018. Ölümcül karşılaşma, yaşam ve yeşil galip gelmek zorunda!
Doğanın kırıkları hüzünlü değil, insanlığın “kalbine batacak” kadar korkunç derecede gerçek.
Arctic Okyonusundaki buz tabakalarının eriyip parçalanmasının havadan görünümü, 2012. Arctic’deki ısı artışı, yeryüzünün ortalama ısı artışından iki kat daha hızlı. Buzulların da tükenmişlik “sendromunun” tedavisi daha gelişkin bir sosyalizmde
Antartika, 2018. Kapitalizm buzulları da dondurma gibi tüketirken, onun yaptıklarına donup kalmamalı.
Brezilya Mato Grosso bölgesinde, yağmur ormanlarını kıyarak açılmış büyük çaplı endüstriyel tarım arazisnde geriye kalmış, direnen tek ağaç, 2008. “Bir umudum sende anlıyor musun?”
Denize ağır petrol sızıntısı, 2010
Amazon Ormanları, 2017
Güney Okyanusunda Zirve Iceberg’i, 2007
Daniel Beltra (İspanya/ABD, d1964)
Meslekten orman mühendisi ve biyolog olmasına karşın sanatsal çevre duyarlılığı fotoğrafçılığına yöneldi. Başta Amazon ormanları, Grönland, İzlanda, Meksika Körfezi koleksiyonları olmak üzere 7 kıtada eko-kırım süreçlerini belgelemekle kalmıyor, sanatsal formla daha derin bir duyarlığı işlemeye çalışıyor.
Kendisini çevre koruma fotoğrafçısı olarak tanımlıyor. “Doğanın güzelliğinden ve karmaşıklığından ilham alıyorum. Ekosistemlerimizin kırılganlığı çalışmalarım boyunca sürekli bir konu. Fotoğraflarım, dünyamızın insan kaynaklı baskılar nedeniyle maruz kaldığı büyük ölçekli dönüşümü gösteriyor.” diyor. Fotoğrafları Times, Newsweek, New York Times gibi dergilerde yayınlanıyor.
Söylediklerinden ve fotoğraflarının yayınlandığı dergilerden anlaşılacağı gibi, ufku orta sınıflar için hazmedilebilir bir estetik yaşam tarzı çevreciliği ve Antropesencilik ile sınırlı. Fakat dar belgeselciliğin ötesine geçen derin doğa bilgisi ve sanatsal form, sanatçının bu dar ufkunun da ötesine geçerek, izleyiciyi doğanın iç dilini ve bunun toplumsal düzenle ilişkisini yeniden anlamlandırılmaya zorluyor. Doğanın kırılma noktalarından açılan derin pencereler, kapitalizmin iç yüzüne doğru nüfuz edilmesi olanağını sağlıyor.
Fotoğraflardaki sanatsal form, fotoğraflara şöyle bir bakıp geçmenin ötesinde, incelemeyle belli duygu ve düşünceleri de harekete geçirme olanağı veriyor: 1- Tanım: İzleyicilere fotoğraf kapsamında neler olup bittiğini nesnel bir şekilde aktarır. Ayrıntıları ve içeriği incelemesine olanak tanır. Bu henüz belgesel boyuttur. 2- Biçimsel analiz: Bu adım izleyicilerin fotoğrafın “sanat formu” üzerinden temayı, duyguları da harekete geçirerek, yeniden değerlendirip anlamlandırmaya çalışmasına olanak tanır. Örneğin odak, alan derinliği, ışık, renk, çizgi, doku ve kontrastlar, giderek uzakta olup biten bir şeylerin belgelenmesi veya görsel güzel duyu olmaktan çıkar, tersine döner, ve içimize taşınan irkiltici bir çelişki ve çatışmayı belirginleştirir. 3- Duyarlık ve Düşünme: En sonu, izleyiciler bu duygusal sarsıntılar eşliğinde görüntüyü daha büyük bir bütünün parçası olarak yeniden anlamlandırmaya çalışırlar. Doğanın kendinde ince, narin ve kırılgan bir güzellik olmanın ötesinde, nasıl bir zor ve şiddetle eko-kırım ve eko-yıkıma uğratıldığı ortaya çıkmaya başlar. İzleyiciler, yalnızca yıkım ve felaket korkusu yoluyla değil, sanatsal ve düşünsel form ile işlenen, doğanın toplumsal bir boyut da kazanan onuru ve direnci duygusuyla da harekete geçmeye çağrılırlar.
Böylece fotoğraflar, popülist ve sinik bir realizm örneği olmaktan çıkıyor, bakmasını bilen için kapitalizmin doğasının doğanın kendisini yıkışını anlatmaya başlıyor. Amazon Yağmur Ormanlarının kapitalist endüstriyel hammadde ve büyük çaplı tarım ve lüks konut alanlarına dönüştürülerek kırım ve yıkımında olduğu gibi, buzulların erimesinin basit bir fizik olay olmaktan çıkıp doku ve organ kaybı haline gelmesi gibi, kapitalizmin emek ve doğa ile uzlaşmaz karşıtlığı çığlıklaşıyor. Uzakta bir yerde bizi etkilemez gibi görünenler, iç dünyamıza bir gerilim ve çatışma olarak taşınıyor. İşçilerin aşırı stresle depresifleşen sinir hücreleri, yırtılan kasları, kırılan kemikleri, çürüyen iç organları, büzülen mideleri ile bütünleşiyor. Bir yudum temiz su, plastize edilmemiş ve metalaşmamış su bulamayan, şantiye ve hafriyat tozları arasında temiz bir nefes içine çekemeyen, beton çelik kütleleri altında gölgesi bile soyulmuş işçi sınıfının bu emek ve doğa yıkım ve yağmasını durdurmak için dünyayı baştan aşağı ve aşağıdan yukarı yeniden kurmaktan başka bir şansı yoktur.