İşçi Sınıfı Sanatı

İşçi Sınıfı Sanatı

Komünizmin özgürlük dünyası için…

Constantin Meunier, Emek Anıtı

 

Constantin Meunier (1831-1905)

Constantin Meunier, yaşamının son 15 yılını muazzam bir emek ve tutkuyla Emek Anıtı’nın yapımına harcadı. Meunier’nin yakın arkadaşları olan Fransız büyük gerçekçi heykeltraşları Dalou ve Rodin de, aynı dönemde Emek Anıtları yapma girişimlerinde bulundular, ancak Fransız burjuvazinin engellerine, finansman zorluklarına takıldılar, çabaları tasarım ve ön eskizler düzeyinde kaldı. Bu üç büyük heykeltraştan büyük emek anıtı tasarımını tek gerçekleştirebilen Meunier oldu. Bununla birlikte dönemin 3 büyük gerçekçi ve toplumsal heykeltraşının aynı dönemde dev emek anıt-heykelleri projelerine yönelmeleri raslantı değildi. Kendi aralarındaki yakın etkileşimin, birbirlerinden esinlenmenin bir ürünü olmakla da sınırlı değildi. Adı sonradan komünistler tarafından “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” olarak kritik tarihsel dönüşüm ve geçiş sürecinin, bir çağ dönümünün, 1870’lerden itibaren kendini gösteren, 1890’larda iyice belirginleşmeye başlayan, sınıfsal-siyasal ve sanatsal ifadelerinden biriydi. İçten patlamalı motorlar ve Bessemer çeliği gibi büyük bilimsel-endüstriyel keşiflerin uygulamaya geçmesiyle modern büyük kapitalist sanayinin ve ağır sanayi büyük bir hızla gelişiyor,  görülmemiş bir büyüme ve yoğunlaşmayla tüm toplum ve yaşamı yeniden şekillendiriyordu. Hepsi bunun farkındaydı. Sanayideki bu dev çaplı gelişme, işçi sınıfının dev çaplı yığın emeği, sefaleti, acıları ve öfkesi üzerinde yükseliyordu. Hepsi bunun da farkındaydı. 1. Enternasyonal ile, 1871 Paris Komünü ile, 1873’te Belçika’daki Avrupa’nın ilk genel greviyle, yeni dev sanayi, maden havzalarında büyüyen hoşnutsuzluk ve gerilimle, işçi sınıfı da “geliyorum” diyordu. Hepsi bunun da farkındaydı. 1867-73 krizinden itibaren kapitalizmin kriz dönemlerinin giderek ağırlaşması ve dönüşüm sürecinin hızlanmasıyla, bir kutupta servet bir kutupta sefalet birikiminin hızlanmasıyla, modern sınai işçi sınıfının da hızla çoğalması ve yoğunlaşmasıyla, sınıf kutuplaşması ve gerginliği de yükseliyordu. Hepsi bunun da farkındaydı.

Özellikle 1890’larda ve 20. yüzyılın ilk 10 yılında, dönemin bir çok sanatçısı, bir yandan büyüyen sanayiyi diğer yandan büyüyen işçi sınıfını ve giderek tüm toplumsal ilişkilerin bu çerçevede ve sarsıntılarla dönüşüm ve yeniden şekillenmesini hissediyor ve görüyor, sanatta da modern ve yeni deneyim ve arayışlarla, bu yeni durum ve gelişmeleri, toplumsal sanatlarıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordu. Bu çağ dönümünün farklı sanat türlerindeki sanatsal ifadelerinin başka örneklerine de bu sitede yer vermeye devam edeceğiz. Ancak heykel, özellikle de anıt-heykel sanatının bu dönemin, sanatta kendini ifade arayışlarında özel bir yeri olduğunu hemen belirtelim. 3 büyük heykeltraşın emek anıtları tasarımlarındaki, diğer herşey bir yana bırakılsa bile, birincisi ölçek büyümesi, ikincisi anıtsallık, hem sanayi ve emekteki devleşmenin hem de bizzat içinde yaşanan çağ dönümünün derin ve somut tarihselliği sezgi ve görüsüne karşılık geliyordu. Yalnızca bu yüzden bile, bu 3 dev emek anıtı-heykelini (gerçekleştirilmiş olsun/olmasın) bir çağ dönümünün “tarihsel ruhunun” en önemli sanatsal ifadeleri arasında görmek gerekir.

Bununla birlikte, Meunier’nin Emek Anıtı, dönemin tek tamamlanmış dev emek anıt-heykeli olmasına karşın, o da burjuvazinin işçi sınıfına karşı sınıf korkusu ve nefretinden nasibini aldı. Meunier eserinin Belçika’nın büyük sanayi merkezlerinden birinde olmasını isterken Belçika burjuvazisi, anıtı daha ücra bir yere sürdü. Yine de böyle bir anıtın yapılmasını hazmedemedi ve o yapıldıktan sonra da tam 80 yıl boyunca, bakım onarım ve restorasyonlarını yapmayarak onu çürütmeye çalıştı. Anıt-heykelin yapımından sonraki ilk bakım onarım ve restorasyonları, ancak 1990’larda yapılabildi. Yani Belçika burjuvazisinin, Sovyetlerin çöküşünden sonra, bu dev emek anıtının ve temsil ettiği sınıfın kendisine karşı artık bir tehdit oluşturmayacağına kanaat getirdikten sonra! Belçika burjuvazisi, bu yapıtın tarihsel, sınıfsal ve siyasal bir anlamının kalmadığını, bundan sonra turistik bir sermaye ve rant aracı olarak rahatça kullanılabileceğini umuyordu. Ama Belçika burjuvazisinin “tarihin sonu” inancı da çok geçmeden boğazında kaldı. Belçika işçi sınıfı, Fransa işçi sınıfıyla yakın etkileşimi içinde, 2000’li yıllarda, Avrupa’daki işçi hareketleri içinde en eylemci ve militan olanlardan biri haline geldi. Bununla kalmıyor, Brüksel’in AB’nin merkezi olmasıyla, Belçika’da tüm Avrupa’dan işçilerin katılımıyla, militan ve çatışmalı enternasyonal işçi eylemleri de organize ediliyordu. Meunier’nin görkemli emek anıtı, Belçika burjuvazisi ve devleti tam 80 yıl boyunca sürüldüğü yerde çürümeye terkettiği bu yapıtın lütfedip bakım onarım ve restorasyonu yaptığı için değil, asıl Belçika ve Avrupa’da sınıf kutuplaşma ve gerilimi yeniden 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarındakine benzemeye başladığı, işçi sınıfı hareketleri yeniden canlanmaya başladığı, yeni bir çağ dönümünün alametleri ortaya çıkmaya başladığı için asıl, yeniden ışıldamaya başlamıştı.

Meunier’nin yaşamı ve sanatı kabaca iki karşıt döneme ayrılabilir. Sanat yaşamının ilk yarısında, klasik, akademik, dini etkilerin yoğun olduğu resim ve heykeller yaptı. Bu döneminde de işçi ve emekçilerine dair bazı yapıtları vardır, ama akademik ruhsuzluğa ve dini atmosfere gömüldükleri için özgül bir önem arzetmezler. Meunier, Paris Komününün ve Belçika’da Avrupa’nın ilk genel grevinin etkisiyle olsa gerek, 1870’lerin başlarında sanayiye ve işçi sınıfına, emekçilere olan ilgisi arttı, dini ve resmi akademik inanç ve tarzı sarsılmaya ve değişmeye başladı. 1873’te ilk kez, eski Fransa devletinin Belçika’nın bir bölgesini işgal etmesine karşı tarihi bir yoksul köylü isyanını, bir yanda haça gerilmiş İsa diğer yandan kızıl bayrak taşıyan yoksul köylü isyancılar biçiminde resmetti. Bu naif gerçekçi resmi, derin din/kızıl bayrak eklektizmine karşın ondaki dönüşümü gözler önüne seriyordu. Ondaki bu değişimi hemen farkeden Belçika akademik ve dini otoriteleri, onu bu yeni eğiliminden uzak tutmak için “hava değişimi” için, İspanya’daki eski dini eserleri inceleyip resimlerini yapma gibi bir görevle İspanya’ya gönderdiler. Ama İspanya’da da o dönem dokumacı ve Cumhuriyet çalkantıları içindeydi, ve bu “hava değişimi”, tam tersine Meunier’nin resimlerini canlı renkler ve sanayi ve işçi sınıfına olan artan ilgisiyle hayata döndürdü. Meunier’nin resim ve heykellerindeki canlanmada, Fransız-Belçika-Hollanda gerçekçiliği ve izlenimciliğin, Rodin ile yakın arkadaşlığının da belirgin etkileri vardı. Meunier’nin sonraki çalışmaları ve yaşamı, giderek daha fazla ve daha bir tutkuyla sınai gelişmelere, ve aslen işçi ve emeklere adanmışlıkla geçti. Resim ve heykellerindeki izlenimciliğe karşın, Fransız izlenimciliğinin ışıltılı titreşimlerinden ayrışan karanlık tonlamalar ise, artık dinin azalan etkisini değil, bir tür naturalist gerçekçilik ile izlenimcilik sentezi ile, işçi sınıfının ve emekçilerin derin acılarını, sefalet birikimi ve ağırlaşan krizler ve toplumsal-siyasal gerilimlerle, tarihsel çağ dönümü sezgisinin, kapitalist büyük modern sanayinin üzerinde ve içinde toplanan “karanlık -ve belki fırtına- bulutları”nı temsil ediyordu.

Meunier’nin ve dönem sanatının başyapıtlarından Emek Anıtında da bu izlenimci-gerçekçiliğin tüm gergin dinamiklerini görmek mümkündür. Anıtın dört cephesindeki kabartma heykel panelleri, maden işçilerinin, liman işçilerinin, fabrika işçilerinin ve tarım işçilerinin çok ağır ve kolektif emek süreçlerini gösterir. Anıtın dört köşesinin önünde oturan figüratif heykellerden biri işçi olacak çocuklarını büyüten bir emekçi kadın, diğer üçü madenci, demirci, … erkek işçi heykelleridir. İki çocuk büyüten yoksul emekçi kadının yeniden üretim emeği yükü ve acılarının, erkek fabrika ve maden işçilerinkinden daha az olmadığının vurgulanmış olması çok önemlidir. Meunier, sanayiye ilişkin sanat yapıtlarında ataerkilliğin ağırlıkta olduğu bir dönemde, resim ve heykellerinde kadın işçilere ve kadının yeniden üretim emeğine önemli yer veren ve güçlü vurgular yapan bir sanatçı olmasıyla da, ayrı bir yere sahiptir. O dönem çocuklar okula gitmek yerine, en geç 13 yaşında işçi olarak çalışmaya başlıyorlardı. Erkeklerin, kadınların ve 10’lu yaşlarda çocukların ailecek madenlerde, fabrikalarda gün doğumundan batımına kadar, 12 saat çok ağır koşullarda birlikte çalışması az raslanır bir şey değildi. Kadınların hem erkeklerden daha düşük ücretlere çalışması hem de çocuk bakmasıyla iki kat zorlu emeğiyle, 10’lu yaşlarda işçiliğe başlayacak çocukların ucuz işgücü olarak yetiştirilmesi de, sanayi işinin bir parçasıydı.

Tüm oturan işçi figürleri, endişeli, gergin, düşüncelidir. Ağır emek yükünün, aşırı çalışmanın ve yoksulluğun yıpranmışlığı, yorgunluğu, zorlanımı üstlerindedir. Erkek işçi figürlerinden biri kemiklerinin göründüğü bir zayıflıktadır, o dönemin sanayi ve maden işçilerinin ortalama ömrü 40 yaşlar civarındayken, 70 yaşında gibi görünmektedir. Geçim sıkıntısı, sefalet, sağlık sorunları, yorgunluk, gelecek belirsizliği ve gerginliği hepsinin üzerindedir. Bir ara soluklanmak için dizüstünde düşüncelere dalmış gibi duran maden işçisi figürü, Rodin’in soyutlama içeren ünlü Düşünen Adam heykeline göre, çok daha somut, tarihsel ve sınıfsaldır. Rodin’in Düşünen Adamı, çağ dönümü sanatının en ünlü sembollerinden biri olarak, “nereye gidiyor bu dünya, bütün bunlar ne anlama geliyor” gibisinden düşünürken, Meunier’nin diz üstünde uzaklara dalmış maden işçisi, “12 saat dizüstünde çalışma işkencesi, grizu ve göçükten ölümler, maden hastalıkları, yoksulluk, işsizlik tehdidi, artık katlanılmaz hale geldi, ne yapmalı?” diye düşünüyor gibidir.

Meunier’nin emek anıtının ön cephe panellerindeki kabartma heykellerde, madenlerden limanlara, fabrikalardan tarlalara, tüm üretim ve emek süreçlerinin dev çaplı toplumsallaşmasına, çevrimsel olarak birbirine bağlanan kolektif emek süreçlerine güçlü vurguları da son derece önemlidir. Heykelin çevresinde dönerek bakıldığında, her birinin hem kendi içinde toplumsal-bileşik hem de biri olmadan diğerlerinin de olmayacağı bir bütün oldukları görülür. Giderek, işkolları farklılıkları ne olursa olsun, bunların birbirine içerili, dev çaplı toplumsallaşmış emek süreçleri olduğu da farkedilecektir. Meunier, bununla da kalmaz, kadının yeniden üretim emeğinin de tüm bu sınai ve tarımsal üretim ve emek süreçlerine nasıl içerili olduğunu, onsuz hiçbirinin olamayacağını da vurgular.

Bu dev çaplı kolektif emek süreçlerinin önünde, köşelerde oturan işçi figürleri ise, bireyler olarak görünmelerine karşın, sınıflarının prototipleridir. Benzer çalışma ve yaşam koşulları içinde, onlar da hem bir başınalığın kaygıları ve korkularını hem de sınıflarının ortaklaşan duygu, düşünce, gerilim ve içten içe biriken patlayıcı potansiyelini ifade ederler. Panellerin taştan köşedeki figürlerin madenden yapılmış olması, aynı zamanda, işçi sınıfının dev çaplı kolektif varoluşu içinde tek tek bireylerinin kaygı dolu yalnızlığının çelişkisini, hem de o devasa gücün basitçe bireylerin toplamı değil, onların emeklerinin birbirine bağlılığının ve bütünlüğünü ifade eder.

Meunier, en tepeye ise tohum eken bir erkek tarım emekçisi heykeli yerleştirmiş. O da köşede kucağında iki çocuğuyla emekçi kadının “hepinizi ben yetiştiriyorum” demesi gibi, tohum saçarak uzayan ince zayıf koluyla, “hepinizi ben besliyorum, bensiz tüm bu sanayi manayi de olmazdı” der gibidir. Bir köylü mü tarım işçisi mi olduğu belirsiz olsa da, tıpkı Dalou’da olduğu gibi, en tepeye bir erkek ve tarım emekçisinin koyulması, yapıtlarında işçi resim ve heykellerinin ağırlıkta olduğu, kadın işçilerin de eşite yakın bir yer tuttuğu Meunier’de bile geleneklerin tam aşılamadığını göstermektedir. Aslında kolektif tarım emeğini gösteren cephe panelinde olduğu gibi tarım emeğinde de kadın emeğinin önemini yukarıda da vurgulamak, tarımın da o dönemde hızla sanayileşiyor olmasıyla, sanayi proletaryası olmadan da tarımsal üretimin olmayacağını vurgulamak -ki aslında tarım emekçisinin de tüm aşağıdaki üretim ve yeniden üretim emeğinin üzerinde yükseldiği de görülebilir- çok zor olmazdı. Meunier’in en tepeye tohum saçan bir emekçiyi koyması, belki de aşağıdaki işçilerin tüm kaygılı ve gergin durum ve duruşları içerisinden, tarihin ve sınıflarının devrimci tohumlarının filizleneceğine örtük bir göndermedir, kimbilir?

Meunier, sanayi, maden, liman işçilerinin “modern dünyanın” başlıca ve gerçek toplumsal simgeleri haline gelmesine çok önemli bir sanatsal katkı yapmakla kalmadı. Aslında tüm o “modern dünya”nın da o işçilerin kolektif emeği üzerinde yükseldiğini ve o işçilerin kendi yarattıkları “modern sermaye dünyası” ile çelişkilerini de sanatıyla ortaya koydu. Meunier modern kapitalist sanayinin toplumsal sanatını yaparken, onu idealize etmedi, tam tersine, işçi sınıfının durumunu merkeze koyarak eleştirdi.

Meunier’nin işçi sınıfı ve emek resimlerine ve diğer heykellerine bir sekme daha borçluyuz.

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *