İşçi Sınıfı Sanatı

İşçi Sınıfı Sanatı

Komünizmin özgürlük dünyası için…

Edvard Munch, Çığlık’ın ötesi: İşçi ve Emekçilerin Ressamı

St. Cloud’daki Meyhane, 1890

Meyhanede, 1890

Çığlık, 1893

Sabah Hizmetçi Kız, 1894

Doğurganlık, 1894

Norveç Sosyal-Demokrat Partisinin gazetesinin, Munch ve arkadaşı Thorolf Holmboe tarafından tasarlanan ve Munch’ın Çığlık resmiyle birlikte Nils Collett Vogt’un bir şiirini de içeren 1898 yılından bir sayısı

Balıkçı, 1902

İşçi Grubu Figür Çalışması, 1907

İşçi ve Çocuk, 1907

Posta Teknesinin Gelişi, Vapur Geldi, 1909

Karda İşçiler, 1909

Karda İşçiler, 1913

 

İşçiler Evlerinin Yolunda, 1913-14.

İşçiler Bahçede, 1915

İşçiler Eve Dönüyor, 1916

Tarla İşi, 1917

Hasat, 1917

Saman Yapıcı, 1917

İşçiler Eve Dönüyor, 1920.

At Çifti Tarla Sürüyor, 1919-1920

Hodman (İnşaat İşçisi) Merdivende, 1920

Kızlar Meyva Hasatı Yapıyor (Freia Çukulata Fabrikası Yemekhanesinde Duvar Resmi), 1921-22

Ağustosta Yeşil Tarlalar, 1923-25

Patates Hasatı, 1924

Kış Stüdyosunun İnşaatı, 1929

Kış Stüdyosu İnşaat Halinde, 1929

İşçiler İnşaat Sitesinde, Oslo Belediye Binası Dekarasyonu İçin Taslak, 1931-33

 

 

Otoportre-Yatak ve Saat, 1940-42

Edvard Munch (Norveç, 1864-1944)

Edvard Munch’un Çığlık (1893) tablosunun insanlığın kolektif hafızasına böylesine kazılmasının nedeni, onun yalnızca Munch’un değil dünya kapalizminin ağır kriz ve sancılı/sarsıntılı dönüşüm döneminin ve aslında emperyalist kapitalizm ve proleter devrimler çağına geçiş sürecinin kolektif simgelerinden biri olmasıdır. Bununla birlikte Munch’ın ömrü boyunca, bir işçi ve emekçi ressamı olduğu daha az bilinir. Munch’a ilişkin çoğu dijital galeride, Wikiart’ın Munch’ın “tüm eserleri” arşivinde dahi, Munch’ın işçi/emek resimlerinin pek azı gösterilir. Oysa Munch bir emekçi çocuğu olması, kriz, yoksulluk ve kayıplarla geçen çocukluğu, Norveç Sosyal Demokrat Partisi’yle yakın ilişkisi, Norveç’te 1880’lerde kibrit fabrikası kadın işçilerinin kurduğu ilk sendika ve grevin tetiklediği onyıllara yayılan grevler dalgası ve Henrik İbsen gibi eleştirel-gerçekçi ve sosyalizan eğilimli önemli tiyatrocu ve yazarlarla yakın arkadaşlığı ve etkileşimi gibi etkenler, onun psiko-dramatik resimlerinde işçi sınıfı ve emekçi köylülerin, emeğin her zaman merkezi bir yerde durmasını sağladı.

Edvard’ın çocukluğu kriz koşullarında ve yoksulluk içinde geçti. Küçük yaşta annesini ve 16 yaşındayken ablasını verem hastalıklarından kaybetti. Bunlar yaşamı ve sanatı üzerinde derin izler bıraktı. Danimarka’da zorluk içinde geçirdiği sanat eğitimiyle, öğretmenlerinin ve o döneminde yaygın olan naturalist ve empresyonist akımların etkisinde ilk resimlerini yaptı. 1880’lerin sonlarında depresif ve nihilist eğilimler taşıyan sembolik yapıtları Aşk Çiçekleri ve Ölümler, Yaşam Korkusu, Ölüm gibi sembolist yapıtları, yoğun eleştiriler aldı. Bu resimlerini, “Bu resimlerin anlaşılması oldukça zor, ama sanırım aşk ve ölüm temasıyla ilgili oldukları görülürse daha kolay anlaşılabilirler” diye savunmaya çalıştı. 1889’da Paris’e giderek Büyük Evrensel Sergi’de gördüğü Van Gogh, Gaugin ve Tolouse Lautrec tablolarına, post-emperyonizme hayran kaldı. Babasının ölümüyle döndüğü Norveç’te, kendisine çocukluk kabuslarını da yeniden anımsatan yine kriz koşullarında, ünlü Çığlık tablosunun ilk versiyonunu 1893’te yaptı. Bu yeni bir ruh hali ve estetik bakış ve anlayışın, ekspresyonizmin de doğuşu oldu. Munch, Van Gogh gibi post-empresyosnistlerden de aldıklarıyla, yeni bir akım yaratmış, ekspresyonizmin öncüsü olmuştu. 1890’larda Munch yine depresif melankoli ve varoluşsal bunalımlar içinde olmasına karşın, sergileri, burjuva ve küçük burjuva ressamlarınkinin aksine, bu şiddetli, çalkantılı, yüksek gerilimli, kaba ve naif yapıtlarda kendi durum ve ruh hallerini gören alt orta sınıf ve işçi-emekçi kitlelerle dolup taşıyordu. Giderek büyüyen ününe karşın post-travmatik ve depresif eğilimleri alkoliklik ile de birleşince bir çöküntü dönemi daha yaşayarak klinik tedavi görmek zorunda kaldı. Tedaviden sonra rehabilitasyon için çok sevdiği Norveç kırlarına gitmesi, arkadaşlarının desteği, onu ve yapıtlarını yaşama döndürdü, daha sıcak, canlı, umut ve enerji veren resimler yaptı. Yaşamının son dönemleri yine kapitalizmin ağır buhranı, Nazizmin yükselişi, Norveç’i işgali ve Nazilerin kendisini de “dejenere sanatçılar” kara listesine almasının demir gölgesi altında geçmesiyle, bir kez daha ağır depresif ve sıkışmış tarzına döndü. Norveç’ta Nazi işgalinin ilk dönemlerinde yaptığı Otoporte-Yatak ve Saat (1940-42) resminde, Munch’un tüm hayatı, odasının dar alanına sıkışmış olarak görülür; bir kapı aralığı, saat, yatak, resimli sarı arka duvar, mavi pantolon ve ceket içinde zayıflamış ve hastalıklı kendi tipik figürü, her şey dikey olarak asılmış. Tuval farklı bir Çığlık versiyonu gibi şunu haykırıyor: Gerçek budur! Ancak neyse ki Munch’un umutsuzlukla coşku patlamaları arasında salınan muazzam duygu yüklü tablolarının çoğunun kurtarılması ve günümüze taşınması başarıldı.

Munch, post-empresyonistlerin ve daha sonra kübistlerin yaptığına benzer bir şey yapmıştı; kanvastaki çizgi ve desenleri, renk ve şekilleri resmi yapılan gerçeğin düz temsiliyetinden/yansıtılmasından serbestleştirmek. Ama ekspresyonizmin öncüsü olarak onun farkı, yapılması imkansız bir şeyi yapamadığını da bilerek yapmaya çalışmaktı; resmini yaptığı özne ve nesnelerin özünde ve ruhunda bulunduğuna inandığı bir şeyleri umutsuzca gerçekleştirmeye çalışmak. Bu yüzden çok daha yoğun duygusal ve psikodramatik bir yaklaşımla, neyi nasıl algıladığı ve hissettiğini doğrudan kanvasa taşır, bunlar doğrudan kanvasın bileşeni haline gelir. Günlüğünde Çığlık resmini nasıl yaptığını anlatışı, bunun en iyi ifadesidir:

"Bir akşam iki yoldaşla birlikte Kristiania yakınlarında tepelik bir yolda yürüyordum. Hayatın ruhumu parçaladığı bir dönemdi. Güneş batıyordu; ufkun altında alevler içinde kalmıştı. Cennetin içbükeyini kesen alevli bir kan kılıcı gibiydi. Gökyüzü kan gibiydi - ateş şeritleriyle dilimlenmiş - tepeler koyu maviye dönmüştü fiyort - soğuk mavi, sarı ve kırmızı renklerde kesilmiş - Yolda ve korkulukta patlayan kanlı kırmızı - arkadaşlarım göz kamaştırıcı sarı beyaza döndü - Büyük bir çığlık hissettim - ve duydum, evet, büyük bir çığlık - doğadaki renkler - doğanın çizgilerini kırdı - çizgiler ve renkler hareketle titreşti - hayatın bu salınımları sadece gözlerimin salınımını yapmakla kalmadı, aynı zamanda kulaklarım titreşti - yani gerçekten bir çığlık duydum - o zaman Çığlık resmini yaptım."

İlginç biçimde ve kendi dönemindeki çoğu sanatçıdan farklı olarak Munch, ekspresyonizmi geliştirdiği dönemde de, önceki gerçekçi sanat anlayışlarından hiç kopmadı ve bir yana bırakmadı. Ekspresyonist döneminde de naturalist gerçekçilik, empresyonizm ve art nouveau tablolarından kaybolmamıştı. Bu belki de, resim akımları kadar dönemin ilerici veya sosyalist tiyatrocu ve yazarları, Henrik İbsen, August Strindberg ve Anton Çehov ile yoğun etkileşim içinde olması, tablolarındaki her şeyi karakterler, dekorlar ve sosyal-psikolojik dramalar olarak görmesiyle de ilgilidir. Dönemin ressamları arasında buna benzer hiçbir şey yoktur.

Kaynaklar: 
https://www.munchmuseet.no/en/our-collection/
https://www.culturematters.org.uk/index.php/arts/visual-art/item/4398-art-enters-the-age-of-imperialism-the-scream-by-edvard-munch
https://www.newyorkartworld.com/reviews/munch.html
https://boldbrush.com/blog/166912/the-evolution-of-edvard-munch

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *