İşçi Sınıfı Sanatı

İşçi Sınıfı Sanatı

Komünizmin özgürlük dünyası için…

Edgar Degas, Paris’in İşçi Kadınlarının Çalışma Acısı

Ütü Yapan Kadın, 1869

Bebek Henri Valpinçon’un Bakıcısı İle Birlikte Portesi, 1870

Kafede (Absent), 1873

Ütü Yapan Kadın, 1876/87

Teras Kafede Kadınlar, 1876-77

Dansçılar Çubukta Antreman Yapıyor, 1877

Keten Çarşafları Taşıyan Çamaşırhaneci Kadınlar, 1878

Madamın Doğum Günü, 1878-79

Miss La La Fernando Sirkinde, 1879

Beklerken, 1882

Çamaşırcı (Ütücü-bn) Kadınlar, 1884

Mademoiselle Bécat Konsoloslar Kafesinde, 1885

 

Edgar Degas en çok pembe, beyaz, açık mavi, yeşil tütüleri (balerin giysileri) içindeki balerin/dansçıların rüya gibi, şiirsel, ahenkli resimleriyle bilinir veya sunulur. Gerçekten de Degas’nın tüm resimlerinin yarısından fazlası (yaklaşık 100 yağlı boya 300 pastel boya tablosu) dansçı kadınlara ilişkindir. Ancak Degas’nın dansçı kadın resimlerinin hepsi “rüya gibi” olmadığı, bu dansların arka planındaki ağır ve eziyetli işçiliği de gösterdiği gibi, resimlerinin önemli bir bölümü de Paris’in çamaşırcı, ütücü kadınlarına, hayat kadınlarına, işçi kadınlara ve onların ağır ve eziyetli çalışma ve yaşam koşullarına ilişkindir. Aslında Degas’nın ünlü resimlerini yaptığı, Komün’ün kanla bastırılması sonrası ve emperyalist kapitalizme geçiş sürecindeki tarihsel dönemde, Paris’in çoğu işçi kadını için bunların hepsi bir bütündü; birbirinden pek farklı olmayan ve birbiriyle bağlantılı, düşük ücretli ve çok ağır “kadın işleri”ydi. Fransa’nın kırlarından mülksüzleşerek gelip Paris’in yoksul işçi çeperlerine yığılan yoksul emekçi kadınların azımsanmayacak bölümü, Paris’teki eğlence merkezlerinde, fuhuş evlerinde, çamaşırhanelerde bir tür ağır işçileşme sürecinden geçerlerdi. Paris’in ünlü Opera Salonundaki bale/dans gösterilerinin “sanat”la pek az ilgisi vardı. Bir çok dans gösterisinin aralarına erotik/kitch sahneler olduğu gibi, genç dansçı kadınların büyük bölümü Paris çeperlerine yığılmış, bazıları parçalanmış yoksul işçi-işsiz ailerinin kızlarıydı. Paris Operasında dansçı olmanın hiçbir sanatsal ve ekonomik statüsü yoktu, çok düşük ücretli ve eziyetli bir iş olduğu gibi, çoğu dansçı genç kadın, aynı zamanda çamaşırcılık ve/veya hayat kadınlığı da yapmak zorunda kalırdı. O dönem Paris’te en az 60 bin çamaşırcı kadın olduğu tahmin ediliyor; dansçı kadınların önemli bir bölümü de ancak aynı zamanda çamaşırcılık, çocuk bakıcılığı, mağazalarda tezgahtarlık, ressamlara modellik ve hayat kadınlığı yaparak yoksul yaşamlarını idame ettirebilirlerdi.

Degas’nın ünlü dans/bale resimlerinin arka planındaki sosyal-sınıfsal gerçeğe ışık tutan pek çok resmi de vardır. Sahneye çıkmayı beklerken ağrıyan ayak bileğini tutan, soyunma odasında yaralanmış koluna bakan, ya da çok ağır ve sert disiplini prova ve alıştırmalarda kan ter içindeki sahne performansı işçisi kadınlar. Örneğin Degas, bacak esnetme alıştırması yapan iki dansçı kadını gösteren resminde, romantik ve bale virtüözü imajlarını tümüyle bir yana bırakır, ve fabrikadaki ağır çalışma koşullarındakinden farksız iki “sıradan” bedenin ağır çalışma koşullarına odaklanır. Bu gibi resimleri, aynı zamanda dansçı kadınların kendileri için de bir metafora dönüşür; salt düşük ücretli bir iş için çalışma, hayran ve mest olunacak hiçbir şey yok ve değersizleştirilmiş!

Degas’nın bale dansçılarına takıntısı, aslen bu işin koşulladığı metadik rütinlere, aşırı yorgunluğa, sert çalışma disiplinine ve bunun ortaya çıkardığı beden duruş, bükülüş ve hareketi biçimleri, stres ve psikolojiye olan takıntısının bir ifadesiydi. Öyle ki Degas, stüdyosunda yaptığı dansçı resimlerinde, modellerine gün boyu ve bazen günlerce en zor hareketleri yüzlerce ve yüzlerce kez, model olarak kullandığı dansçı kadınlar yorgunluk ve acıdan bayılıncaya kadar tekrarlatması, ve resimlerini dansçı kadınların tam da o rutin hareket tekrarı bezginliği ve çalışma acısı ile birlikte çizmesi ile “meşhurdur”. Bu yüzden haklı bir “kadın düşmanlığı” ününe de sahiptir. Degas kendisini empresyonistten çok gerçekçi olarak tanımlasa da, başta Zola olmak üzere alt sınıfların çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin natüralist gerçekçi edebiyattan çokça esinlese de, ne bir sosyalistti ne de işçi sınıfına sempati duyan biriydi. O, Amerika’yla köle emeği ürünü olan pamuk ticareti yapan ve banker, asalak burjuva zengin bir ailenin çocuğuydu. Ama insan bedenini hareket içindeyken resmetmeye özel bir yeteneği, özellikle de dış ve iç disiplinle, ritmik, rutin, yorucu, sıkıcı, bezdirici, hatta acı verici işlerde çalışanların beden ve ruh hallerini kaydetmeye adeta tutkulu bir takıntısı vardı. Degas belki hiç sanayi işçilerinin resmini yapmamış olabilir, ama onun resmini çizdiği sahne performansları, sirkler, çamaşırcılık, ütücülük, hayat kadınlığı gibi işler de onun döneminde çoktan kapitalist sanayiler haline gelmişti. Bu anlamda Degas, hiç fabrika resmi çizmemiş olsa da, bir burjuva ressam olarak, emperyalist kapitalizme geçiş sürecinde, işçilerin ve aslen işçi kadınların, adeta haz duyduğu, aşırı çalışma disiplini ve çalışma acısını, romantize etmeden ve cinsellikten arındırarak, oldukça nesnel biçimde resmederken, farkında olmadan oldukça önemli bir sosyal tarihsel dönüşüm sürecinin belgelenmesine imza atmış görünüyor.

Degas’nın dansçı kadınlar dışında da çoğu işçi kadın resminde de bunları görmek mümkündür. Örneğin bebek bakıcısı kadının yüzündeki anlamsızlaşma, bezginlik ve değersizlik ifadesine; veya iki ütücü kadından birinin çok ağır ve zahmetli işini kanter içinde yapmaya çalışırken diğerinin stres ve yorgunluktan esnemesine ve ağrıyan boynunu tutmasına; veya dişleriyle ipten sarkan siyah sirk işçisi kadının çilesine; veya diğer çamaşırcı kadınların ağır çamaşır sepetlerini taşırkenki beden bükülüşlerine; veya şarkıcı kadının üst sınıftan seyircileri selamlarki ezik büzüklüğüne ve yıpranmışlığına; veya arka plandaki erkek müşterilerin karanlık güruhuna aldırış etmezmiş gibi ışıltılı kafede bekleyen hayat kadınlarının bıkkın ve yorgun yüz ifadelerine; veya Absent resminde hayat kadının adım adım ölüme çekilişine, bakılabilir. Degas’nın aslında bilerek veya bilmeyerek resmettiği, bir turizm, kültür, sanat ve eğlence başkenti olarak bilinen Paris’te tüm bunların da nasıl birer kapitalist endüstriye dönüştüğü ve yoksulların, yoksul kadınların bunlar içinde de nasıl yıkıcı biçimde işçileştiği, ve ücretli köleleşmenin farklı biçimleri içinde yığınsal çalışma disiplini, yorgunluğu, bezginliği ve acısıdır. Bu yönüyle Degas’ın resminlerinde aynı zamanda Paris’in emperyalist kapitalist dönüşüm sürecini ve derin sınıf kutuplaşması ve karşıtlığının toplumsal cinsiyet çelişkisiyle iç içe işleyişini de görmek mümkündür.

 

Kaynak:

https://impressionistarts.com/top-10-degas-paintings

https://live-for-art.com/works/painting/degas

Edgar Degas: Portraits of the Modern Woman

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *